“Kanser 2”
325 okunma

“Kanser 2”

ABONE OL
26 Aralık 2022 16:32
“Kanser 2”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Tabib sen elleme benim yaramı

Beni bu dertlere salanı getir

Kabul etmem birgün eksik olursa

Benden bu ömrümü çalanı getir

Git ara bul getir, saçlarını yol getir”

Aşık Fakir’e ait dizelerle giriş yapmışken geçtiğimiz haftaki “kanser” konusunu da eksiksiz tamamlamak adına “ilaç” diyerek bir başka pencerenin kanatlarını aralayalım istiyorum..

Columbia Üniversitesi’nde Onkolog Prof. Dr. Azra Raza’nın Pegasus Yayınlarından çıkan (1.Baskı, Ekim 2022) “İlk Hücre” Kitabında ilaçlara ve ilaç sektörüne ciddi eleştirileri dikkate değer.

Örneğin, bir ilaç için öncelikli olarak deney hayvanlarının kullanılıyor olmasının yanılsamaya sebep olmasından her ilacın herkeste aynı etkiyi göstermemesine, özel sektörce fonlanan çalışmalardan ticari kaygılarla, umut vaad edilmesine karşın insan deneylerinde ki yetersizliğe hatta kanser tedavisinde bir arpa boyu yol alınmamasına kadar pekçok konuda açıklayıcı ve istatistiki veriler veriyor. Ve elbette çözüm önerileri sunuyor.

Covid-19’un ilk patlak verdiği 2019’un sonlarından itibaren -lütfen hafızanızı zorlayın- aşı çalışmarı dillendirilmeye başlamıştı, nihayetinde de bir çok farklı ülkelere ait ilaç firmaları peşpeşe Covid-19 aşını yapmayı başardığını duyurdu. Sürekli milli duygularımız üzerine gidildi ve iki Türk (eş olduklarını da hatırlayın) Bilim İnsanı’nın imzası olduğu vurgulandı. Asıl can alıcı soru, tam da o günlerde soruldu;

“kaçıncı faz denemesi yapıldı?”

Bu sorunun sorulması gerekiyordu zira ülkemizde de Veteriner Hekim ve Virolog Prof. Dr. Aykut ÖZDARENDELİ ve ekibi, – TURKOVAC adıyla- Covid-19 aşısı geliştirmeye çalışıyordu ve yine Veteriner Hekim Prof. Dr. Aykut Özkul ile Prof. Dr. Osman Erganiş çalışmalar yapmaktaydı.

T. C. Sağlık Bakanlığı’ nın kendi web sayfasında “aşı” tanımı:

“İnsan ve hayvanlarda hastalık yapma yeteneğinde olan virüs, bakteri vb. mikropların hastalık yapma özelliklerinden arındırılarak ya da bazı mikropların salgıladığı toksinlerin etkileri ortadan kaldırılarak geliştirilen biyolojik ürünlere aşı denir.”

İfadeleri kullanılarak yapılmış. Aslında hayvan veya insan vücuduna verilen, zayıflatılmış hastalık etkeninin parçaları, hastalık virüsünün kendisi ya da salgıları ile oluşturulan çözelti olarak ifade edilebilir.

Peki, faz ne oluyor? İstanbul Üniversitesi Farmakoloji Ana Bilimdalı’ndan (2014 yılı sunusunda) Prof. Dr. Yağız ÜRESİN ve Dr. Belen TERLEMEZ’e ait açıklama metni oldukça açıklayıcı;

” Faz 0 – Preklinik Çalışmalar;

Geliştirilen ilacın deney hayvanlarında ya da insanlarda mikrodozlar halinde uygulanarak etkene verilen cevap araştırılır.

Faz 1 Çalışmalar;

İlacın farmakokinetik özellikleri, toksisitesi, biyoyararlanımı,farmakolojik etkileri az sayıda sağlıklı gönüllüde araştırılır. Bu fazın ana amacı güvenliliktir.

Faz 2 Çalışmalar;

İlacın etkili doz sınırları, klinik etkinliği,biyolojik aktivitesi, yarar ve güvenilirliği az sayıdaki hastada araştırılır. Bu aşamada optimum doz ve doz aralıkları hesaplanılır. Bu fazın ana amacı etkinlik ve güvenirliliktir.

Faz 3 Çalışmalar;

Birinci ve ikinci aşamayı geçen ilaçlar daha geniş bir populasyonda denenir ve plasebo kontrollü çalışmalarla güvenilirliği, karşılaştırmalı çalışmalarla etkinliği araştırılır. Fazın ana amacı etkinliğin kanıtlanması ve yan etkilerin izlenmesidir.

Faz 4 Çalışmalar;

İlk 3 aşamayı geçen ilaçlar ruhsat alır ve pazara verilir. İlaç pazara verildikten sonra yapılan her türlü çalışma 4. faza aittir.”

Kontrol ve kanıt aşamasında Faz 1 denemelerinde sağlıklı ve gönüllü 10-20 kişiye kısa bir süre ilaç verilirken Faz 2’de 100 kişi de test edilmektedir. Başka ilaçlar ile etkileşimi gibi güvenlilik ve toksisite yönünden uygun doz aralığının saptanmasında da Faz 1 uygulaması 20- 80 kişi ile 3-6 ay aralığında yapılmaktadır. Burada şunu lütfen unutmayın bir gönüllülük, iki ise 18-35 yaş aralığında herhangi bir hastalığı olmayan sağlıklı bireylerde test edilmektedir.

İlk Hücre kitabına dönecek olursam Prof. Dr A. Raza’nın “hayvan deneyleri” ile ilgili haklılığına katılmakla birlikte bu konuya da değinmeden geçmeyelim istiyorum.

Biz insanlar ile benzer genetik yapıya sahip olan fareler, laboratuvarlarda dış ortamdan ari/steril bir şekilde yetiştirilir. (Ülkemizde Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından “5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanununun 9 uncu ve 17 nci maddelerine dayanılarak Hayvan Deneyleri Yönetmeliği” bulunmaktadır.) Fare ile %100 benzerlik götürmememize karşın 3 hafta gibi kısa bir süre de doğurganlık göstermesi, nesillerin takibinin kolay olması, daha az maliyetli(?) olması…gibi sebepler deneyler yapılmaktadır.

Geçen hafta kanser konusunda DNA’dan bahsetmiştim. Hücre bölünmeden önce DNA sarmalı kendini Helikaz Enzimi ile açar demiştik. Bu aşamada DNA üzerinde sentezlenen tek zincirli biyomolekül olan mRNA ( mesajcı ribonükleik asit) devreye girerek proteinlerin sentezlenmesinde görevli organellere taşır. Burada bir parantez açalım; protein kodlama görevi (ekzon) olan genlerde türler arası benzerlikler gölürlürken aynı türlerde doğrudan proteinleri kodlamayan (intron) sadece genlerin kodlanmasının düzenlenmesinde görev alan genlerde ise benzerlikler düşük oranlardadır. Bu da gerek fare, gerek şempanze, gerekse diğer hayvan deneylerinin anlaşılacağı üzere insan söz konusu olduğunda başarı şansını düşürmektedir.

Bahri Karaçay’ın, Yaşamın Sırrı DNA (TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 7.Baskı, Epigenetik, Kalıtımın Genler Üstü Boyutu s: 323-339) kitabında tek yumurta ikizliğinde kendi ikizlerinden de örnek verirken kullandığı ifade şöyledir “ikizlerin genleri tıpatıp aynı” buna karşın biri diğerine göre hastalıklara karşı dirençli iken diğeri daha zayıf.. Bu bağlamda aynı ebeveyni hatta aynı genetik yapıyı paylaşan bireyler arasında dahi farklılık varken ilaç endüstrisinin hayvan deneyleri ne kadar gerekli? İnsan söz konusu olunca tartışmaya açık lakin hayvan gönenci ve hastalıkları için gerekliliği su götürmez bir gerçektir.

Hayvan Deneyleri ile ilgili dünya çapında yürütülen imza kampanyalarına sosyal medya üzerinden rast gelmiş olmalısınız, beşeri ilaç ve kozmetik ürünleri için yapılan çalışmalarda hayvanların kullanılmasının etik olmadığını da az önce ifade ettiğim gibi sapla samanı birbirine karıştırmadan önüne geçmekte yarar olacaktır diye düşünenlerdenim.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en eski kanunlarında biri olan ve 14 Mayıs 1928 tarihli 1262 sayılı İspençiyari Ve Tıbbi Müstahzarlar Kanunu;

“Madde 7-…Sağlık Bakanlığınca yetkilendirilen laboratuvarlarda tetkik ve tahlil edilerek aşağıda yazılı şartların mevcudiyeti halinde izin verilmesine mütaallik muamele yapılır:

..

B) Tevdi edilen formülün müstahzar halinde ticarete arzedilmesinde fayda bulunması;

C) Kullanılmasında sıhhi mahzur bulunmaması;

D) Sanata muvafık yapılması ve uzun müddet muhafazası halinde bozulmağa müsait olmaması;

E) Tahlil ve tetkik neticesinde formülüne uygun ve bildirilen tedavi vasıflarını haiz olması;

F) Fiyatının muvafık ve isminin uygun bulunması… ”

İlaçlar, üreticileri ve yabancı ilaç firmaları ile ilgili çeşitli düzenleme yapmıştır. Her fırsatta yerli ve milli olmaktan bahsedilen günümüzde Covid-19 aşısı dahil dışa bağımlı olduğumuzu bir kez daha gösterdiğini üzülerek ifade etmeliyim. Oysa 1930’larda Eczacı Necip Akar’ın geliştirdiği halen güvenerek kullandığımız Gripin çok başarılı bir girişimidir.

Bizim gibi gelişmekte (!) veya gelişmemiş(?) ülkeler yabancı ilaç firmalarının açık pazarı konumundadır. Bunun en iyi örneğini Antibiyotik konusunda yaşadık. 90’lı yıllardan itibaren adeta çerez tüketir gibi 1000 mg dozlara ulaşan 3.nesil antibiyotikler kullandık, kullandırıldık. Sonuç grip gibi bir virüs olan Covid-19 karşısında farklı semptomlar (bazıları ortaktı) göstererek bağışıklık sistemimiz ile nasıl oynandığını ağır bedeller vererek anladık. Salgın süreci öncesinden itibaren de antibiyotikler ile ilgili düzenlemeler yapılıp reçetesiz satışı engellenmesi ve gerekli olnadan asla verilmemesi hayli dikkate değer bir başka konudur.

Son olarak ilaç konusunda şu notu düşmek istiyorum.. Bugün tarım sektöründe tohum (F1 – F2 melezi) üretiminden kullandığımız pestisitlere kadar geniş yelpazede faaliyet gösteren uluslararası firmalar aynı zamanda beşeri ilaçları da üretmektedir. O halde çözüm nedir?

Yeni üniversiteler veya mevcut üniversitelere fakülteler açmak değil var olan üniversitelerde araştırma ve geliştirmeler için gerekli ödeneklerin sağlanması, saha teknolojik donanıma sahip olması, tıp ve veterinerlik fakültesi kadar ziraat fakültelerinin de yetkin/belirli yüzeye girenlerin kabulü, siyasetin üniversitelerin kürsülerinden arındırılılması…gibi sayabilirim. Bilim siyasetin üzerindedir!

Bu kadar tıbbi konulara gitmişken kulaklarını çınlatmazsam olmaz. Çallı olması sebebiyle ayrıca gurur duyduğum PAÜ Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Bülent Topuz Hocamız bir sohbet ortamında üniversite mali işler müdürlüğü görevini 1 milyon borç ile aldığını görevi bıraktığında ise kasada 4 milyon nakit ile bıraktığını söylemiştir. İşi ehline vermenin en iyi örneğidir. Vaktiniz olursa PAÜ kampüsünde gezin. Ziraat Fakültesi henüz açmamış bağcılık gibi meslek yüksek okulları olan üniversitenin Venlo tipi (cam ve yüksek maliyetli) araştırma serasını, botanik bahçesini göreceksiniz. Onlarca yıldır ziraat fakültesi olup derme çatma seralarda öğretimi ve araştırmaları layık gören üniversite/fakülte yönetimleri var mı? Var!

Unutulmamalıdır ziraat – veterinerlik ve tıp bir sacayağıdır!

Ülkelerin en büyük harcama kalemlerinden biri ve ekonomilerini sarsan sağlık hizmetleridir. Covid-19 sürecinde ve aralıksız sağlıklı bir toplum için özveriyle hizmet veren tüm sağlık çalışanlarımıza, patili dostlarımız başta olmak üzere veteriner hekimlerimi/tekniker /teknisyenlerimize ve tarım sektörü çalışanlarına a’dan ze’ye teşekkür ediyoruz.

Sağlıklı günler diliyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP