DÜNYANIN İNSANI MI İNSANIN DÜNYASI MI?
173 okunma

DÜNYANIN İNSANI MI İNSANIN DÜNYASI MI?

ABONE OL
11 Ocak 2023 09:23
DÜNYANIN İNSANI MI İNSANIN DÜNYASI MI?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Ayarını bozduğun kantar, gün gelir seni de tartar”

Bilim insanlarınca, insanlık tarihinin 4,2 milyon yıl kadar eskiye gittiği varsayılırken (D. Afrika’da Australopithecus’tan evrimleşme) insana göre bir hayli yaşlı olan dünyamızın (5 milyar yıla yaklaşan yaşıyla) biyotik (canlı) ve abiyotik(cansız) faktörleri üzerine araştırmalar kaçınılmaz oluyor. Zira bu araştırmalar sayesinde pekçok yeni bilgi bir başka araştırma alanının tetikleyici veya tamamlayıcı unsurunu oluşturuyor.

Sizlerle bu hafta Paleoiklim’den Transgenik Bitkilere ve bir Türkiye gerçeğine uzanacağız..

Serkan Palas ( Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü, Deniz ve Çevre Araştırmaları Dairesi, Ankara) PALEOİKLİM NEDENLERİ VE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ adıyla yazdığı makalesinde;

“Yer’in yüzeyinde birbirini izleyen iklimleri belirlemeyi amaçlayan bilim dalına paleoklim veya paleoklimatoloji denir.”

“Paleoiklim de nereden çıktı? Neden bu kadar önemli?”

diye düşünenler için “Tarım Devrimi” ile ciddi bir ekolojik tahribatı başlatan biz insanlar “Sanayi Devrimi” ile doğal denge bırakmayıp iklimsel değişiklikte sınır zorlayıcılığımızı sürdürdüğümüzü unutmamalıdır. Söz konusu makaleden Jeolojik, Astronomik ve İnsan Faktörlü iklim değişikliği ile ilgili bölümlerden açıklayıcı olması bakımından kısa alıntılar yapmak isterim;

“Kıta kaymaları sonucu (Wegener teorisi) okyanuslardaki akıntı sistemlerinin ve rüzgarların yönünün değişmesi,…volkan patlamaları sonucu açığa çıkan partiküller, aeroseller, kumlar ve çeşitli gazlar atmosferde uzun süre kalabilerek, bulutlar oluşturup Güneş ışının yer yüzeyine ulaşmasını engellemektedir….Sıcak akıntılar, sıcak bölgeden, daha az sıcak olan bölgelere ilerleyerek oradaki ısıyı yükseltirler….Soğuk akıntıların bir kısmı ise soğuk bölgelerden veya yüzeye çıkan soğuk dip sularından kaynaklanırlar ve su sıcaklığı 15°C olmasına rağmen bulundukları sıcak enlemlerde soğuk akıntı olarak hissedilirler….

Milankovitch teorisine göre Yer’in Güneş etrafındaki yörüngesi daima eliptik şekilde değildir. Yörüngenin şekli 100.000 senede bir eliptikten dairesele döner… Güneşteki patlamalar güneş lekelerini oluşturmakta ve fazla ısı yayarak dünya iklimini etkileyebilmektedir… ”

Son olarak İnsan Faktörlü olan ve sera gazı salınımı ile ilintilendirilen iklim değişikliği;

“Yerküre’nin uzun dalgalı ışınım yoluyla soğuma etkinliğini zayıflatarak, onu daha fazla ısıtma eğilimindeki bir pozitif ışınımsal zorlamanın oluşmasını sağlar.”

Burada bir şu veri çok önemli;

“1958 yılından beri yapılmakta olan Mauna Loa ölçümlerine göre, Yerküre atmosferindeki CO2 birikimi çok hızlı bir biçimde artmaktadır. Yayımlanan son ölçüm sonuçları çözümlendiğinde, sanayi öncesinde yaklaşık 280 ppm ve 1958 yılında yaklaşık 315 ppm olan atmosferdeki yıllık ortalama CO2 birikiminin, 420.000 yıllık kayıttaki doğal CO2 birikimi değişimlerinin (yaklaşık 180-300 ppm arasında

değişiyor) çok üzerindedir. ”

Dünyanın 4. Jeolojik Zamanınının başlangıcı biz insanlık iledir. Ve sanıyorum ki başına gelmiş geçmiş en büyük felaketiyiz. Oysa dünya bir denge üzerinde seyrini sürdürebilecek muaazzam bir yapıya sahip. İster kıta kaymaları, ister volkanik patlamalar, ister astronomik verileri sebebiyle iklimsel krizler yaşasın daima yenilenebilmiştir. Nasıl mı?

2014 yılında Bruce Hood’un kaleme aldığı Evcilleşmiş Beyin YKY, 2.Baskı,Şubat 2017-İstanbul) kitabında Epigenetik bölümünde hepimizin bildiği “Kayıp Balık Nemo” filmine atıfta bulunarak şunu aktarır;

“…palyaço balığı sürüsündeki baskın dişi öldüğünde, en baskın erkek dişiye dönüşür ve onun yerine geçer.”

Buraya kadar okuyanların aklına şu soru gelecektir;

“Nasıl ya da neden?”

Hem genetik hem de epigenetik ile cevaplanabilir. Yazıya başlarken abiyotik yani cansız faktörlerden bahsetmiştim; bir canlının üreme, büyüme, gelişme…göstermesi için gerekli olan ışık, nem,sıcaklık, volkanik patlamalar,..sıcak/soğuk akıntı… gibi gereksinimleridir. Bunların varlığı /yokluğu canlı organizmada aynı zamanda genetik yapıyı da yeniden şekillendirecek/uyumlandıracak bir dizi değişiklik sebebidir. Aynı kitaptan örneklersek;

“Bicyclus anyana’nın (Afrika Kelebeği) larvalarının nemli ya da kuru mevsimde yumurtadan çıkmasına bağlı olarak ortaya çıkan iki değişkeni vardır renkli ya da koyu gri.”

Renk değişikliği kadar basit olmasa da cinsiyet değişikliği de iklim değişikliği ile mümkündür. Zira genler volkanik bir patlama sonucu açığa çıkan asit yağmurlarına da sebep olan gazlarla maruz kaldığında çalışma biçimini farklılaştırabilecek mutasyonlara uğrar ve nesilden nesile aktarır..

Bu yılın yağışsız geçmesi, Ocak ayına rağmen yüksek (2 bin m’lik rakımları geçen) dağ doruklarında tek bir kar tanesi görmememiz, su fakiri bir ülkede ısrarla taban sularının sondaj ile yukarıya çekilmesi, doğal kaynak sularının kirletilmesi..artan sera gazı Darwin’in “Doğal Seçilim” dediği noktaya bizi taşıyor ne dersiniz?

Benim gibi kuru tarım yapan çiftçinin mahsüllerinde yaşanacak verim düşüklüğü,kalite kaybı…tarımsal girdilerde ki artış kadar tüketicinin cebini biraz daha yakacak türden sonuçlara sebep olacaktır! İklim değişikliğine dönersek kuraklık bir sonuç değil gerçeklik. Peki çözümü hakikaten çok uluslu şirketlerin öne sürdüğü hali ile GDO olarak halk arasında bilinen transgenik bitkiler mi?

İskender Tiryaki (Department of Agricultural Biotechnology, Faculty of Agriculture, Canakkale Onsekiz Mart University,

Terzioglu Campus, 17000 Canakkale/TURKEY) Genetiği Değiştirilmiş Doğal Bitkiler: Yatay Gen Transferi (International Journal of Life Sciences and Biotechnology, 2021. 4(3): p. 565-580. DOI: 10.38001/ijlsb.929240) derlemesinden yola çıkarak GDO/ Transgenik Bitkilere kısaca değinelim.

“Dikey gen transferi (DGT) eşeysel üreme yoluyla bir jenerasyondan diğerine (örneğin, ebeveynlerden yavru döllere) meydana gelen gen, gamet hücreleri düşünüldüğü zaman genom(ların) geçişleri olarak tanımlanırken yatay gen transferi (YGT) evrimsel süreç içerisinde filogenetik olarak birbirinden uzak canlı türleri arasında ya da sitoplazmik

organeller arasında meydana gelen gen ya da genetik materyal transferlerini ifade etmek için kullanılmaktadır.”

DGT ile ilgili olarak yukarıda verdiğim örnekleri dikkate alabilirsiniz. YGT için ise yine aynı makale de yer alan örnekten yararlanalım istiyorum;

“Heterotrof ve tam parazit olan bitkiler emeç (haustoria)

adı verilen yapılarla konaklarına bağlanmaları sadece ihtiyaç duydukları besin elementlerini değil aynı zamanda fonksiyonel genetik materyale ait ara ürünler (mRNA ve miRNAs) ile genetik materyalin kendisinin de transferine imkân sunduğu anlaşılmaktadır… canavar otu ve küsküt gibi tam parazit bitkilerde mRNA gibi transkripsiyon ürünlerinin geçiş yaptığını ve bu durumun yatay gen transferinin ara bir formu olabileceğine işaret etmektedir. ”

Doğanın kendi başının çaresine bakmayı başaran canlıları biz insana yol göstericileri zira makalede;

” Toprak bakterileri olan Agrobacterium tumafaciens ve Agrobacterium rhizogenes türlerinin patojen ırkları kendilerinin sentezleyemedikleri, ancak ihtiyaç duydukları karbon ve azotça zengin bileşikleri (opinler) bitki hücrelerinde sentezlettirmek ve sonrasında sentezlenen bu bileşikleri kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanabilmek

amacıyla plasmid DNA’larında yer alan çok sayıda geni (onkogenler) bitki hücresine aktararak bitki genomuna entegre etmektedir. Bu tür doğal gen transferlerinin

varlığı başta tütün (Nicotiana spp.) ve nevruz otu (Linaria vulgaris) olmak üzere doğrudan insan gıdası olarak tüketilmeyen birçok bitki türünde doğal olarak meydana gelen genetik mühendisliğine örnek olarak gösterilmektedir. ”

Sözlerine katılmamak mümkün mü? Çünkü insanlık günümüzde balıkta bulunan ve soğuk suya dayanım genini kesip plasmide yapıştırıp hedef bitkinin hücresine yerleştirip soğuk toprakta dahi büyüme ve gelişme göstermesini nasıl başarabilirdi? Ya da akrabalık bağı olmayan bir canlı türünün özelliğini insan olmasaydı iklim değişikliği varlığında ne kadar sürede mümkün kılabilirdi?

En büyük tartışmada da mümkün olmayanı mümkün hale getirmekten kaynaklı gen kaçışları ile asıl(ı) bozma.. Tarım Devrimi’nden bu güne kadar geçen sürede yok ettiğimiz bitki türleri ve canlı (hayvan,bakteri… insan) sayısı hiç de azımsanmayacak cinsten. Bir varsayıma göre insan türü içinde yer alan Neanderthaller bu kıyıma dahil. Peki, asıl açlık GDO ile gelebilir mi? Atalık Tohum Bankası kurma yarışımız GDO ile ortaya çıkması muhtemel olumsuzluklara engel olur mu? Belki!

Açlık ile korkutan insanlık için Yusuf Kağıt (Economics-International Economics, Marmara University, Istanbul, Turkey), Nurdan Aslan( Marmara University, Faculty of Economics Istanbul, Turkey) Tarımda Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar Sorunsalları ve Türkiye’nin Durumu (Lectio Socialis RESEARCH ARTICLE 2022, VOL. 6, NO. 1, pp. 23-38 DOI: 10.47478/lectio.992374 CORRESPONDING AUTHOR) isimli araştırma makalesinde;

Tahılların verimi için dünya ortalaması; 1965: 1.44 ton/hektar, 1980: 2.4 ton/hektar, 2007: 3.4 ton/hektar olarak gerçekleşmiştir (Global Perspective Studies Unit: Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, 2012, ss. 13-14). Tahıl veriminde her 20 yılda yaklaşık ton/hektar verimi bir puanlık lineer bir artış sergilemektedir. Gelecek 40 yılda da tahıllar açısından önceki yılların lineer artış eğiliminin devam ettiği varsayılacak olursa, 2050 yılında tahıl veriminin 5.4 ton/hektar olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. Bu bağlamda 2050 yılında tahıl üretimi 3.8 milyar ton olarak ortaya çıkacaktır. 2050’ye yönelik olarak tahmin edilen dünya tahıl talebi ise 3.2 milyar tondur (Global Perspective Studies Unit: Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, 2012, s. 15). Bu bağlamda temel tarım ürünleri açısından –üretimde ciddi kayıplar doğuracak bir etken ortaya çıkmadıkça- herhangi yeni bir arazi tarıma açılmaksızın bile 2050 yılına kadar dünya talebini karşılamak olasıdır. Fakat en kötü senaryoda bile -3. bölümde de değinildiği üzere- bir miktar araziyi tarıma açmak dünya gıda güvencesini teminat altına almak için yeterli olabilecekti.”

Bölüm 3 diye bahsedilen yerde 1,4 milyar hektar tarıma açılabilecek ya da tarıma uygun arazi varlığının mevcut olduğu bunun sadece 70 milyon ha ‘lık kısmının açılmasının dahi dünya nüfusunun 2050’de 9-10 milyar olması (ve azalmaya başlayacağı) öngörülüyor olmasına karşın yeterli gıdaya erişeceği yönündedir. Aynı makalede en can alıcı yer ise Transgenik Bitkilerin verim yönlü artış ve pestisit dayanıklılığı geliştirerek bu masrafı azalttığı yönündeki spekülatif ifadenin adeta yerle bir edildiği tablolarıdır.

“… konvansiyonel yöntemlerle tarım yapan ülkelerdeki pestisit kullanımı birim hektar başına ilk yıllarda GDO’lu tarım yapan ülkelerdeki pestisit kullanımından daha yüksek olsa bile zamanla konvansiyonel tarım yapan söz konusu ülkelerin pro-aktif tarım politikaları izlemeleri sonucu pestisit kullanımında ciddi anlamda azalma ortaya çıkmıştır. ”

Söz konusu tabloda Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile en yakın verimde yarışan Çin’nin GDO içerikli pamuğu sınıfta kalmıştır. İklim değişikliği ile savaş verirken, ithalat kapılarını sıfır gümrük ile açmak güvenli gıda tüketimini riske atmaktır. Tarım Kanunu değişikliği bu bağlamda ne getirir ne götürür onu da hep birlikte gçreceğiz. Unutulmamalı ki gıda güvenliğini GDO içerikli tohum/fide ile ülkeye sokmak ve üretirmek ise ekonomik bağımsızlığı tedavülden kaldırmak olacaktır diye düşünenlerdenim. Yazıma Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözü ile son vermek istiyorum;

“… siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler kalıcı olamaz, az zamanda yok olur gider”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP